Zorba, kırmızıdır. Zorba, yeşildir, mavidir, sarıdır, turuncudur. Zorba, beyazdır. Zorba, siyahtır. Yok, Zorba yeryüzündeki tüm renklerle savaşmış, onlarla her yerini boyadıktan sonra renksiz olmayı tercih etmiştir. İnsanlığın saf bir barışına inanan doğmalardan ve kofluktan uzak durmaya çalışan bir karakterdir.
Zorba, belki de yazarı Nikos Kazancakis tarafından bir yüzyılın ilk yarısında iki büyük savaş görmüş insanlığa o yüzyılın hemen ikinci yarısında bir rehber oluşturabilecek bir karakterdir.

”İnsan canavardır! Büyük canavar! Zatın bunu bilmiyor. Bütün işlerin yolunda gitmiş, ama bir de bana sor. Canavar, diyorum sana! Ona kötülük mü ettin? Senden çekinir ve titrer. İyilik mi yaptın? Gözlerini oyar… Aradaki uzaklığı koru patron! İnsanlara umut verme. Hepimizin eşit olduğumuzu, hepimizin eşit haklara sahip bulunduğumuzu söyleme; çünkü hemen senin hakkını çiğner, elinden ekmeğini kapar, açlıktan gebermeye bırakırlar seni. Ben senin iyiliğini isterim, aradaki uzaklığı koru patron!”

(Zorba, Nikos Kazancakis, Can yayınları, Çev: Ahmet Angın, Sayfa 74)

Hikayemiz ismi belli olmayan bir anlatıcı tarafından biz okurlara aktarılır. Bu anlatıcı aynı zamanda romanın baş kahramanlarından biridir. Yaşamında yeni bir yol açabilmek için Girit’e yolculuk etmek ister anlatıcımız burada Linyit işiyle uğraşacaktır. Fakat yolculuğu sırasında tanıştığı bir adam olan Zorba ile karşılaşmasıyla karakterimizin yaşamında yeni bir boyut yeni bir yol açılır. Biz okuyucular bu iki karakterin Girit’e varmasından itibaren başına gelen bir takım olaylara tanık oluruz ve bunlar bizim için çok büyük bir önem oluşturmaz; çünkü romanın çok güçlü bir kurgu yapısı yoktur ve aynı zamanda anlatmak istediği şey de bu değildir.

Roman, Zorba adında bir karakteri insanlık için oluşmuş çok başka bir insanı bizlere anlatmak istemektedir ve biz anlatıcı gözünden sürekli olarak Zorba’yı anlamaya çalışır, onun kim olduğunu tespit etmeye çalışırız.
Zorba adındaki bu tuhaf adamın iletişimi oldukça ilginçtir çünkü anlatmak istediklerini bazen kelimelerle, bazen raks ederek, bazense santuruyla anlatmaktadır.
Bir çok coğrafya’ya ve kültüre tanık olmuş olan Zorba, aynı zamanda insan ruhunu ve yeryüzünün bir gezginidir. Onun tecrübeleri ve söyledikleri en başta romanımızın anlatıcısını ve sonrada bizlerin dikkatini çeker; çünkü bu adam yaşama karşı çok başka çok alışıla gelmemiş bir açıdan bakmaya çalışmaktadır.

”Konuşmuyordum. Zorba’nın haklı olduğunu biliyordum, biliyordum ama, cesaretim yoktu. Hayatım yanlış yola sapmıştı, insanlarla olan ilişkilerimi bir iç konuşma haline sokmuştum. O kadar düşmüştüm ki bir kadına aşık olma ile kitap okuma arasında seçim yapmam gerekse kitabı
seçerdim.”


(Zorba, Nikos Kazancakis, Can yayınları, Çev: Ahmet Angın, Sayfa 125, 126)

Bizler Zorba’yı tanıdıkça onun bir yaşam rehberi bir klavuzu olabileceğine olan inancımız şiddetle yükselirken, Zorba’nın özünde böyle bir gayesi yoktur, çünkü ne yaşama ne de insanlara dair söylediği şeyler onun nihai fikirlerini oluşturmaz; çünkü sürekli olarak bunları sorgular ve doğruluğunu anlamaya çalışır. Yaşı çok ilerlemiş olmasına rağmen bunu yaşamı boyunca yapmıştır.
Zorba, yaşama dair bakış açısını daha pratik daha tecrübesel bir pencereden sunarken, anlatıcımız daha teorik ve düşsel bir formatta okuyucuya bunları sunar ve bu yüzden zorba sık sık bir olaylardan bahsettikten sonra; bunlar senin kitabında ne açıdan değerlendiriliyor, senin kitabında bunlar hakkında ne deniliyor? Şeklinde sorular sorar fakat bunları küçümsemek için sormaz çünkü orada ne yazdığını merak etmektedir. Kendisi bunların, yaşamın anlamını keşfetmeye çalışmaktadır hala.

Zorba yaşamdaki olgu ve olaylara karşı düşüncelerini bizlere sunarken baktığı pencere daha tecrübeye, yaşanmışlığa dayalı daha pratik bir penceredir. Anlatıcımızın ise bu yorumları getirirken kullandığı pencere; daha teorik ve düşsel bir bakış açısıdır. Zorbaya göre yaşam, kitaplardan
öğrenilebilecek bir şey değildir. Bizzat içinde bulunarak onu yaşayarak öğrenebileceğimiz bir şeydir.
Zorba, bazen; taşların, çiçeklerin ne diyeceğini merak edecek kadar ilginç bir karaktere dönüşür.

”Patron, taşların, çiçeklerin yağmurun söylediklerini bir bilseydik! Belki bağırıyorlardır, bağrıyorlardır bize de işitmiyoruzdur. Nah işte, tıpkı bağırdığımız halde, onlarında bizi duymadığı gibi. Dünyanın kulakları ne zaman açılacak patron? Ne zaman gözlerimiz açılacak da göreceğiz? Taşlar, çiçekler, yağmur ve insanlar, kucaklarımız ne zaman açılıp birbirimize sarılacağız. Sen ne dersin Patron? Bu konuda, kitaplar ne söylüyor?”


(Zorba, Nikos Kazancakis, Can yayınları, Çev: Ahmet Angın, Sayfa 117)

Zorba bazen bir konu hakkında başka bir şey söylerken başka bir zaman bambaşka bir şey söyleyebilir. Bunu bir tutarsızlıkla değil, yaşamın kendi düşüncelerine sığmayacak kadar zengin ve karmaşık olduğunu bilerek yapar. Onun yaşama karşı olan anlam arayışı hiçbir zaman son bulmayacak bir yolculuktur.

Zorba romanı, edebi anlamda tepe bir noktada durmasa da, zorba karakteri insanlık için önemli bir yerde duruyor. Bizler bakış açılarımızın içerisine zorbanın bakış açısını katarak, onu zenginleştirebilme şansına sahibiz.

”Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.”
Nikos Kazancakis