Merhabalar, nasılsınız? Bugün yeni bir seçki videosuyla karşınızdayız. Bu seçki videosunda keşfedilmemiş klasikler başlığını kullandık çünkü klasikleri evet birçoğumuz seviyoruz, okuyoruz hatta klasik eser dediğimizde de aklımıza birçok eser geliyor ama bana öyle geliyor ki bazı klasik eserler arka planda kalıyor. Buna sebebiyet veren şey; yeni çevirilerinin yapılması söylenebilir, baskılarının zor bulunması söylenebilir. Bir şekilde nispeten diğer klasiklere göre arka planda kalıyorlar. İşte o klasiklerden bir seçki oluşturduk. Buradaki eserlerin bazılarını biliyor olabilirsiniz ama eminim ki birçoğumuz için de yeni keşifler ortaya çıkartabilecektir. Önümüzdeki videolarda sizlerden çok fazla talep geldiği için bir film önerisi videosu yapacağız. Aynı şekilde güncel edebiyattan da bir seçki oluşturacağız. Sadece seçkilerle kalmayacağız, bir rehber videosu, edebiyat tarihi videosu gibi normalde yaptığımız konseptlerde de önümüzdeki dönemde yeni videolar göreceğiz. Soru-cevap videosunda gelecekte hangi içerikleri yapmak istediğimizden bahsetmiştim. O videoya da bakabilirsiniz, birçok güzel soruyu da yanıtlamıştık. Hadi seçkiye başlayalım. Bu arada videonun sonunda da yine sizlerden gelen bir talep, bizim de çok hoşumuza gitmesiyle birlikte gün batımına karşı bir şiir okuyacağız ve videoyu öyle kapatacağız. Şiir severlere de videonun sonu için böyle bir referans bırakayım.

Bana öyle geliyor ki 19. yüzyılın büyük anlatılarından, başyapıtlarından bahsettiğimizde söz her nasılsa sürekli Fransız edebiyatında, Rus edebiyatında duruyor. Bazı isimlerin üzerine geldiğimizde “Evet” diyoruz “Bunlar çok büyük eserler”, ki gerçekten öyle. Ama iş bunlarla sınırlı değil, İngiliz edebiyatı birazcık arka planda kalıyor. Oysaki İngiliz edebiyatında çok büyük isimler var: Charles Dickens bunlardan biri. Ve ben onu her fırsatta sizlere öneriyorum. Ama bu sefer önereceğim isim farklı bir isim. Hatta aralarında tarihi bir mektuplaşma da vardır. Bununla ilgili blogda bir yazı da yazmıştım, bir çeviri de yapmıştım. George Eliot’tan bahsediyorum, Middlemarch’tan. 19. yüzyılda İngiltere’de Victorian dönemdeki taşra hayatını ele alan bir roman. Oldukça uzun bir roman, uzun bir anlatı ama bu kitabı okuduktan sonra inanıyorum ki başyapıtlar listenizde ona bir yer ayıracaksınız ve oradaki yerini her zaman koruyacak.

William Faulkner’ı daha önce hiç okumadıysanız ya da duymadıysanız sizin için kısa bir özetini yapayım. Onun eserlerini okumak oldukça güç, anlamaksa çok zordur ama nedendir bilinmez insanın üzerinde çok güçlü bir tesir bırakır ve edebiyat kavramını değiştirir, yani onda bir yenilik yapar, bir çağ açar, bir boyut açar. Bugün ele alacağımız kitap Ses ve Öfke gibi çok güçlü bir eser. Ağustos Işığı, Amerika’daki ırkçılık sorununu ele alıyor. William Faulkner benim edebiyata olan bakış açımı değiştirmişti ve sizde de böyle bir değişim yaratabileceğine inanıyorum. O yüzden onu bu listeye eklemek istedim. Bu listeleri oluştururken yalnızca tek bir türe yer vermemeye, daha farklı türlerde de kitaplar, eserler önermeye çalışıyoruz.

Şimdi bir öykü kitabından bahsedeceğim size ve öyküyle artık tümüyle bağdaşmış bir yazardan, onun bir eserinden, Ay Işığı’ndan bahsedeceğim, içerisinde yanılmıyorsam 14 öykünün yer aldığı bir kitap. Akıcı bir dili, sade bir dili ve gerçekten farklı yerlere insanı götüren, farklı diyarlarda dolaştıran bir yazar. 14 öyküyü sesli kitap olarak dinlemiştim ama size bunu normal olarak okumanızı önereceğim çünkü sesli kitap bazen belki öykülerde ya da romanlarda yeterince romana tesir edemememize sebebiyet veriyor. Ben yolculuk sırasında dinlemiştim ama siz bu kitabı bence sağlıklı bir şekilde, daha düzgün bir ortamda ve normal basılı kitap olarak okuyun.

Yine 19. yüzyılın taşrasını ele alan bir kitabı önereceğim: Cranford. İsmini bir kasabadan alıyor. Anlatısı o dönemin diğer yazarlarına göre farklılık gösteriyor. Belki kurgusu yine anlatımı pek derin veya çok karmaşık diyemeyiz, daha sade, yalın bir üslubu var. Ama bu tarzda bir şeyler okumak isteyenler için de iyi bir seçim olmuştur. Bir Hanımefendi’nin Portresi arzulanan bir yaşamla gerçekte olan yaşamın çatışmasını anlatır özünde. Bir kadının cinsiyet ayrımcılığı yüzünden farklı yerlerde ne tür sorunlarla karşılaştığını ve hayatını bu mücadele karşısında ne tür zorluklar içinde geçirdiğinin anlatısıdır. Belki uzun bir romandır ama anlattıklarıyla, öğrettikleriyle mutlaka okunması gereken bir roman.

Tiyatro eserlerini okuyor musunuz? Ben okuma serüvenimin başlangıcında onlara çok fazla yer veriyordum ama sonra nedendir bilinmez hiç okumamaya başladım. Sadece işte seyretmeye başladım. Ama size okumanızı öneriyorum. Hatta bununla ilgili çok güzel, efsaneleşmiş bir başyapıttan bahsetmek istiyorum: Satıcının Ölümü. Artık değişen bir dünyanın çok ciddi bir şekilde o kırılma anlarından birini ele alıyor. Ve bu kırılma anında tüketim alışkanlıklarının değiştiği, belki de yaşamın, beklentilerin, umutların, rüyaların değiştiği bir dönemde, bir Amerikan rüyasının belki de iyiden iyiye ortaya çıktığı bir dönemde yazılan bir tiyatro metni. Bir ailenin dramını ele alıyor o dönemdeki. Beni çok etkilemişti. Bugünü anlayabilmek için, insanların mutluluk arayışını anlayabilmek için bana yardımcı olmuştu. Size de yardımcı olacağını düşünüyorum. Eğer fırsatınız olursa bir oyununu da bulabilirseniz mutlaka gidin, izleyin.

Güneş, tümüyle batmak üzere. Birazcık geç de kalmış sayılabiliriz ama halen batmadığını varsayarsak güzel bir şiir okumak için vaktimiz var demektir. Puşkin, birçoğumuz bu ismi seviyoruz, çok sevdiğimiz bir şiirini de aynı zamanda okuyacağız: Çiçek şiiri. Kanalda daha önce bu şiiri okumuştuk ama böyle güzel bir mekânda tekrar okuyarak gerçek anlamda o şiirin ruhunu yansıtabiliriz diye düşündüm. Hadi okumaya başlayalım, güneş tümüyle ortalıktan yok olmadan önce.

ÇİÇEK

Kurumuş, kokusuz bir çiçek gördüm,

Sayfaları arasında bir kitabın,

Bu unutulmuş çiçek, tuhaf hayallerle doldurdu ruhumu ansızın,

Nerede açtın, ne zaman, hangi baharda?

Ömrün ne kadar sürdü, kim kopardı seni?

Yabancı biri mi, tanıdık bir el mi?

Ve neden konuldun buraya?

Tatlı bir buluşmanın anısına mı,

Uğursuz bir ayrılığın ya da,

Yoksa baş başa bir gezinti miydi,

Issız kırlarda, gölgeli ormanda?

Ve yaşıyor mu onlar bir yerde,

Ve acaba neredeler şimdi?

Yoksa solup gittiler mi artık,

Şu gizemli çiçek gibi.

Middlemarch – George Elliot | Ağustos Işığı – William Faulkner | Ay Işığı – Maupassant | Cranford – Elizabeth Gaskell | Bir Hanımefendinin Portresi – Henry James | Satıcının Ölümü – Arthur Miller