Sizce edebiyat gündelik yaşantımızda ne işe yarar? Alışılagelmiş cevapların haricinde bu konuyla ilgili ne söyleyebiliriz? Edebiyat yalnızca okul sıralarında gördüğümüz ve okul bittikten sonra yüzüne bakmamamız gereken bir şey mi? Ya da etrafımızdaki insanlara caka satmak için kullanabileceğimiz bir araç mı? Eğer böyle görüyorsak edebiyatın çoktan modası geçtiğini bilmemiz gerekir. Hâliyle işimize yaramayacak. Ya da edebiyat bilgi yarışmalarında karşımıza çıkan bir şeyden mi ibaret? Edebiyatın, okumanın hiçbir işe yaramadığını söyleyenler haklılar mı? Bu sorulara bütüncül bir cevap vermek oldukça güç. Ama bugün bu videoda, bu sorulara çok ciddi bir cevap oluşturabilecek bir kitabı tanıtacağım sizlere: Albert Camus’nün Veba’sını.

16 Nisan sabahı Doktor Bernard Rieux, muayenehanesinden çıktı ve sahanlığın ortasında ölü bir fareyle karşılaştı. O anda fazla önemsemeden hayvanı ayağıyla itti ve merdivenleri indi. Ancak sokağa geldiğinde farenin olması gereken yerde olmadığı aklına geldi ve kapıcıya haber vermek üzere geri döndü. Yaşlı Mösyö Michel’in tepkisi karşısında bu gördüğünün alışılmadık olduğunu daha iyi hissetti. Bu ölü farenin varlığı ona yalnızca tuhaf gelmişti. Oysa kapıcı için bir rezaletti. Kesinlikle emindi. Apartmanda fare yoktu. Doktor boşu boşuna onu ilk katın sahanlığında muhtemelen ölü bir fare bulduğuna inandırmaya çalıştı. Mösyö Michel’in kanısı biraz olsun değişmiyordu. Apartmanda fare yoktu. O zaman biri bunu dışarıdan getirmiş olmalıydı. Sözün kısası bir şaka söz konusuydu. Aynı akşam Bernard Rieux, koridorun iyice dibinde yalpalayan ve ıslak tüylü büyük bir fare gördüğünde, apartmanın girişinde dairesine çıkmadan önce ayakta durmuş, anahtarlarını arıyordu. Hayvan, dengesini arıyormuş gibi durdu. Küçük bir çığlıkla, kendi çevresinde döndü ve ağzından kan fışkırarak sonunda devrildi. Doktor, bir süre onu izledi ve dairesine çıktı.

Hikâye Cezayir’in bir Akdeniz şehri olan Oran’da geçer. Yaşananların Oran’da olması için özel bir neden yoktur. Hikâyenin anlatıcısı en başta söyler zira Oran, oldukça sıradan ve alışılagelmiş bir şehirdir. Başlangıçta insanlar apartmanlarında ve sokaklarda ölü farelerle karşılaşırlar ve buna ilk tanık olanlardan biri de şehrin doktorlarından Bernard Rieux’dir. İlk anlarda ölü farelerden endişelenmenin bir lüzumu yoktur zira bir bütünlük yaratacak kadar anlam ifade etmezler. Gelgelelim yaşanan tuhaf hadiseye şehirden gelen beklenmedik insan ölümleri katılınca durumun oldukça ciddi olduğu ortaya çıkar. Yaşananların açıkça veba salgınını işaret etmesiyle birlikte Oran şehri de başlarına gelen şeyi veba olarak kabul edince, şehir bir anda kendini bir karantina altında bulur ve tam anlamıyla bir mücadelenin içerisine girer. Bu mücadele Oran şehrinin insanlarıyla vebanın arasında olan çetin bir mücadeledir. Biz okurlar salgın boyunca yaşanan tüm hadiseleri romanın sonuna kadar büyük bir gizem konusu kalan bir anlatıcının aracılığıyla okuruz. Oran şehrinin vebayla olan mücadelesinde bazı karakterler öne çıkar. Bunlardan en başta geleni Dr. Rieux’dur, kendisi bilimin gücüne inanan ve eşi hasta olduğu için eşini başka bir şehre göndermiş -tedavi olması için- ve tam o sırada birden veba salgını ortaya çıkınca da eşinin yanına gidememiş, şehirde kalmış ve mücadeleye devam etmiş biridir. Bu anlamda yalnız biridir ama mücadelede yalnız değildir çünkü ona yardımcı olan kişiler vardır. Örneğin bunlardan biri Rambert’dir. Kendisi Oran şehrine Arapların şehirdeki yaşam koşullarını araştırmak için gelmiştir ama veba salgını ortaya çıkınca, şehir karantina altına alınınca şehirde kalmak zorunda kalmıştır. Fakat roman boyunca büyük bir zaman içerisinde, oldukça uzun bir süre şehirden kaçmanın yollarını arar çünkü dışarıda yani geldiği yerde aşığı kalmıştır ve onunla buluşmak istemektedir. Bir diğer karakterse Grand’dır. Grand, bir belediye memurudur ve yıllardır hiç yükselememiştir. Tamamlamak istediği bir roman vardır ama mükemmeliyetçi anlayışından dolayı bir türlü bu romanı tamamlamayı başaramaz. Tarrou, hem bize hem de Dr. Rieux’ya roman boyunca çeşitli sorular sorar ve yaşanan bu olumsuz hadiselere karşı daha felsefi, daha anlamsal bir bakış açısıyla bakmaya çalışır. Ve bu yönde de bize sorular, düşünceler taşır. Son söyleyebileceğimiz karakterse Cottard’dır. Kendisi bir suçludur ama şehrin odağı, yönetimin odağı veba salgınında olduğu için kendisi serbesttir ve veba salgını boyunca kaçakçılık, karaborsa gibi işlerle uğraşır. Hatta vebayla mücadele eden insanlar arasında ona görevler verilince birazcık bu görevleri savsaklama yolunu izler. Yine de karşımıza çıkan önemli bir karakterdir romanda.

Size romandaki karakterlerden bahsettim bunu bir kitap tanıtımının klasik bir parçası, alışılagelmiş bir parçası olduğu için değil, bu insanların birbirinden ne kadar farklı insanlar olduğunu anlatabilmek için yaptım. Birbirinden farklı bu insanları bir araya koşulsuz bir şekilde getiren şey veba salgınıdır. Biz okurlar roman boyunca ön planda Dr. Rieux ve arkadaşlarının vebaya karşı olan mücadelesini okuruz. Arka planda ise Oran şehrinin insanlarının yaşantısı ve mücadelesi vardır. Ama bu arka plan sığ ve ara ara kulağa gelen, çok tesiri olmayan bir arka plandan ziyade bizi içine çeken, o atmosferin içine çeken ve onu yaşatan, gerilimi, korkuyu ve acıyı gösterebilecek güçte bir arka plandır. Roman ilerlerken ve kara ölümün zifiri gölgesi Oran şehrinin üzerine düştüğünde, karamsarlık ve umutsuzluk tablosuna karşı çıkan biri vardır: Albert Camus. Camus, kendi felsefesini yani bir başkaldırıyı ortaya koyar. Ona göre Oran kentinin başına gelen bu acımasız salgına karşı insan yazgısı koşulsuz bir teslimiyet değil, tüm varlığıyla mücadele ettiği bir başkaldırı göstermelidir. İşte bizler başta Dr. Rieux ve arkadaşları olmak üzere Oran şehrinin vebaya karşı olan başkaldırısını okuruz. Bu mücadele hiç de kolay bir mücadele değildir. Çünkü ölümün olduğu yerde daha ciddi bir şey yoktur. Romanın anlatıcısı başlangıçta nesnel bir anlatım yolu izlese de romanın ilerleyen kısımlarında, zorlukların arttığı anlarda daha duygusal bir anlatım yolu sergiler. Burada başlangıçtaki soruya geri dönmek istiyorum: Edebiyat ne işimize yarar? Hele ki bu günlerde. Edebiyat bazen içinde bulunduğumuz zorlu anlarda tam olarak göremediğimiz olayları, olguları şeffaf, sağduyulu bir şekilde görmemizi sağlar. Kuşbakışı bir açı kazandırır bize. Edebiyat dünü, bugünü ve yarını anlamamızı sağlar. Daha da ötesinde edebiyat bir birey olarak kendimizi anlama yolculuğunda bize çok ciddi bir katkıda bulunur. Edebiyata bir opsiyon, bir seçenek olarak değil, zaruri bir ihtiyaç olarak bakmamız gerekiyor. Çünkü edebiyatın bize öğretebileceği çok şey var. Edebiyat yaşamdan beslenir hatta edebiyat derler ki yaşamdan daha hızlı büyütür insanı. Karavandaki Adam olarak birçok videoda edebiyatın bizim için ne kadar önemli olduğunu ve bize neler anlatabileceğine dair bir şeyler yapmaya çalıştık ve bundan sonraki zamanlarda da bunları yapmaya devam edeceğiz. Albert Camus bize mücadelenin gerekliliğinden -zorlu anlardaki mücadelenin- gerekliliğinden bahsetti. Başka yazarlar da başka konularda çok önemli, dikkate değer şeyler söyledi. Sonraki videolarda diğer yazarların da neler söylediklerine bakmak üzere, hoşça kalın.