Bir kitabı çok satanlarda gördüğümüzde, o kitaplara dair olumsuz önyargılarımızın oluşması alışıldık bir durum. Açıkçası bu önyargılarımızda çoğu zaman haksız değiliz. Neler görmedik ki çok satanlarda… Günümüzde eleştiri kültürünün yerini linç kültürüyle değiştirmesi, “Eleştiri” kavramı adına zihnimizde büyük bir tahribat yarattı. Sadece etrafımızdaki insanların değil, kendini eleştirmen olarak tanımlayan yahut büyük kitlelere yayın yapabilme şansına sahip kimseler için de eleştiri yalnızca linçlemekden ibaret olunca, gerçek eleştiriler derinlerde, pek az kimsenin ulaşabildiği bir hale büründü. Ama bu video gerçek bir eleştiri olabilme gayretinde olan bir video olacak.

Konumuz Gülseren Budayıcıoğlu’un kitapları. Tanımayanlar için en kısa haliyle, kendisi bir psikiyatrist ve aynı zamanda bir yazar. Ona danışanların anlattıklarından yola çıkarak yazdığı birçok kitabı var. Bugünlerde yazarın kitaplarının bir bir dizi uyarlamaları yapılıyor ve diziler oldukça büyük ses getiriyorlar. Beğeniler ve ağır eleştiriler havada uçuşuyor, peki dizilerini bir köşeye bırakır ve kitaplarına bakarsak, bizi ne bekliyor diyebiliriz?

Önsözlerde aslında kitapların yazılma amacından ve hikayelerinden bahsediyor. Bu, kitapların hangi noktada durduğunu anlamı için önemli. Yazarın ifadesiyle anlatılan hikayeler gerçeklere dayanıyor. Elbette bir okur olarak bunların sahiden gerçeklerden mi alıntılandığını yoksa günümüzde çokça karşılaştığımız ve okurları etkileyebilmek adına söylenmiş “Bu hikaye gerçeklerden alınmıştır.” ifadesinden mi ibaret olduğunu bilmiyoruz.

Ben hikayenin sadece özünü alır, onu başka dünyalarda yaşatırım. Zaten kahramanların; isim, aile, şehir, meslek, her şeyi kitaplarımda değişir. Yani o kişiye ait, onun tanınabilecek hiçbir özelliğini oraya koymam.

Benim kitaplardan gördüğüm, bir romandan ziyade kitapların daha çok bir psikiyatristin güncesi olarak yazıldığı. Yazar bir yandan ona danışanlarlarla arasındaki konuşmaları anlatırken bir yandan kendi düşüncelerini, hislerini de okurlara anlatıyor. Kitaplardaki anlatıcı, danışanlarının hikayelerine karşı genellikle profesyonellikten belki de bilimsellikten diyebileceğimiz uzak hatta toplumsal önyargı kalıplarına düşmüş duygusal ifadeler kuruyor. Bunları bazen fark edip kendi kendine bir düzeltme yolu izliyor bazense hiç farkında bile olmuyor. Belki bu hikayenin hem herkes tarafından anlaşılabilir hem de doğal bir akış içine girmesi adına kabul edilebilir bir durum diye düşünüyorum. Danışanları gittikçe yakından tanıyor, hikayelerini dinliyor ve nihayetinde onlara yol gösterici tavsiyelerde bulunmaya çalışıyor.

Burada önemli bir ayrımı çizmemiz gerektiğini düşünüyorum. Genel hattını çizdiğimiz bu kitapları ne olarak görmeliyiz? Edebi amaçlar içine girmiş bir eser olarak mı yoksa böyle bir gayeden uzak kitaplar olarak mı? Yazarın edebi bir amaç taşıdığını söylemek güç.

Bence zaten bu kitaplara edebi değeri yüksek kitaplar demek olanaksız. Okur için pek parlak görünmüyor zira kurgusal anlamda tekdüze ve çoğu zaman sıkıcı olmaktan kaçamayan hatta bozuk bir Türkçe kullanımı ile perçinlenmiş kitaplar bekliyor okuru.

Bir birey hayatında bir sorun yaşıyor, bir psikiyatriste gidiyor ve psikiyatrist ona sorununa karşı farklı bir açıdan bakmasını sağlayarak bunu aşmasına yardımcı oluyor. Bu açıdan baktığımızda önümüzde tümüyle faydasız kitapların durduğunu söylemek güç. Çünkü bir noktada okur için ders çıkarıcı anlamlar ve insan ilişkilerine dair izdüşümleri sunduğunu söyleyebiliriz. Belki de bu yüzden bu kadar büyük satış sayılarına ulaştıkları söylenebilir. Ve elbette dizileri de. Ama dizilerin ve kitapların tam anlamıyla örtüştüğünü söylemek güç. İzlenme kaygısıyla kitaplarda olmayan birçok şey eklenmiş olabilir. Bu yüzden tam bir karşılığı olarak görme konusunda temkinli olmakta fayda diye düşünüyorum. Üstelik kitapların dizilerden çok daha verimli olabileceğini söyleyebiliriz.

Bu arada kitaplardaki önsözlerin can sıkıcı oldukları söylenebilir. Okuduğunuzda sanırım ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınızdır. Ayrıca, kitap içerisinde, hikayede yer alan danışanlar tarafından anlatıcının sıkça övülmesi bana biraz tuhaf geldi.

Peki biz okurlar olarak Gülseren Budayıcıoğlu kitaplarını dikkate alıp okumalı mıyız? Hem evet hem hayır. Eğer okumaya yeni başladıysanız, belki sizin için bu kitaplar bir giriş basamağı olabilir ama okuma alışkanlığına az veya çok, sahipseniz bu kitaplardan ziyade çok daha güçlü edebi değerlere sahip kitaplara yönelmekte fayda var. Zira bana kalırsa edebi yönden pek keyif vermeyecek kitaplar olacaklardır.

Peki bu kitapları çok satanlarda gördüğümüz için üzülmeli miyiz? Yine hem evet hem hayır. Düşünsenize bunca yıldır çokça satanlarda ne kitaplar vardı. Bunların büyük ekseriyetinin tümüyle ticari gayeler taşıdığını söyleyebiliriz. Budayıcıoğlu’nun kitapları bu noktada daha umut verici duyuyor.