Üçüncü film önerisiyle karşınızdayız. Önceki iki film önerisi sizlerden çok güzel yorumlarla karşılandı. Filmleri beğendiniz, hatta daha fazla öneriler istediniz., Nihayetinde 3.listeyle karşınızdayız. Bu listede daha fazla film önerisi var. Ve aynı zamanda bir de kitap önerisi var.

Listedeki filmler birazcık önceki listedeki filmlere göre daha ağır, seyri daha zor filmler. Ama şöyle diyebilirim ki, her seyirci için içerisinde bir film olan bir liste oldu. Beğeneceğinizi düşünüyorum, hadi listeye başlayalım.

Ateş Böceklerinin Mezarı

Ateş Böcekleri’nin Mezarı savaşın hem bireyin hayatını hem de toplumun hayatını nasıl güçlü bir trajediye döndürebileceğinin anlatısı. Savaş sırasında evini ve ailesini kaybeden iki kardeşin gerçek anlamda hayatta kalabilme mücadelesini anlatıyor bu film. Bir otobiyografiden uyarlama bir film bu aynı zamanda. Ortaya koyduğu hikaye, motifler ve çizimlerle insanda derin bir iz bırakabilecek bir film olma niteliği taşıyor. Renklerinin yalnızca ruh hallerinin değil anlatımların da bir aracı olabileceğini gösteriyor. İzledikten sonra üzerinizde derin bir etki bırakacak, savaş, toplum, aile, akraba gibi kavramlar üzerine tekrar düşünmenizi sağlayabilecek bir film.

Büyük Budapeşte Oteli

Büyük Budapeşte Oteli ilk bakışta bir seyircinin gözünden en ufak ayrıntısına kadar planlanmış bir film gibi görünüyor. Bu tür filmler genelde sıkıcı olduğuna dair bir algıyla karşılanır. Yani bir film eğer çok planlanmış, her bir ayrıntısı yavaş yavaş işlenen bir filmse o film sıkıcı bir filmdir gibi bir algı var. Bilmiyorum katılır mısınız buna ama buradaki olay tam olarak öyle değil. Oldukça akıcı hikayesi ve iyi oyunculuklarıyla bu planlanmışlık hali, mizahi bir üslup eşliğinde ortaya çok güzel bir filmi çıkartıyor. Tarihi bir otelin geçmişini ve başına gelen yeni sorunları ele alıyor bu film. Aynı zamanda anlatının geçtiği dönemin izlerini de bulabiliyoruz bu filmde. Hem çekim teknikleriyle hem çekildiği mekanların atmosferiyle hem de renkleriyle, anlatım tarzıyla insanı büyüleyen, zamanın bir anda su gibi akıp geçtiği bir film.

Sound Of Metal

Geçtiğimiz aylarda aldığı Oscarlarla ismini herkese duyurma şansına ulaşan Sound of Metal, bana göre son dönemde çekilmiş en iyi filmlerden biri. İnsan sağlığının ne kadar ince bir çizgiye bağlı olduğunu ve sağlığımızı kaybettiğimizde yaşamımızın nasıl altüst olabileceğini çok güçlü, çok derinden etkiler kurarak anlatabilen bir film. Pek zekice seçilmiş bir film ismi. Gereksiz dramatize yaratma gayesinde olmayan, bunun yerine gerçeği ortaya koyarak seyircileri etkileyen bir film. Bana kalırsa güçlü bir dram filmini oluşturan şey, artık bayatlamış hatta aşırılaşmış diyebileceğimiz bazı ifade yollarını kullanmak değil de bunun yerine seyirciyi etkileyebilmek için olayları tüm doğallığıyla anlatabilmek. İşte o noktada bence bir film gerçekten bir sanat eseri, gerçekten bir başyapıt olabilme niteliğini taşıyor.

İçimdeki Deniz

Sağlığımızın yazgımızı nasıl tümüyle değiştirebileceğine dair bir başka film, İçimdeki Deniz. Büyüleyici oyunculukları, felsefi derinlikleriyle insan yaşamı ve tercihler üzerine düşünmemizi sağlayabilecek bir film bu. Aynı zamanda filmin içerisinde çokça edebiyata yer verilmiş olması ki böyle bir hikayeyle birlikte bu filmi izlediğimde yazmanın insan yaşamı üzerinde ne denli güçlü bir etkisi olduğunu tekrar anladım. Yazmak bence sadece bir sanat, bir eğlence aracı değil, aynı zamanda bir yaşamda kalabilme aracı. Yaşama karşı bizi daha güçlü bir konuma geçiren ve bu sayede belki de yaşamdaki zorluklara direnebilmemizi sağlayan bir şey. Ve tabii unutmadan belirtmemiz gereken şey, bu filmi böylesine etkileyici bir trajedi haline sokan ve başyapıt olarak atfedebileceğimiz bir noktaya ulaştıran şey, anlatılan hikayenin gerçek bir yaşamdan alıntılanmış olması.

Prenses Mononoke

Beni hikayenin içerisinde var olan dünyası ve o dünyanın ayrıntılarıyla kendisine hayran bırakan, çok beğendiğim bir film var sırada: Prenses Mononoke. Doğanın anlamı ve doğaya düşman olmaktan öteye geçemeyen, insanlık için fantastik bir dille bazı dersler ortaya çıkartan bir film bu. Hikayenin ne zaman klişeye düşeceğini düşünsem o anda o hikaye beni şaşırttı. Film, benim için sürprizlerle doluydu. Tamam diyordum ya burada da kesin şöyle olur, karakterin başına şu gelir veya şöyle bir olay yaşanır dediğimde daha derin bir şekilde yani sadece kırılma anı olarak değil, o kırılma anı aynı zamanda derinlik olarak da hikayenin geliştiği bir film bu. Kesinlikle yaratıcılığın sınırlarının zorlandığı ve çizimleriyle de etkileyici olabilen bir film.

Persona

Sırada Bergman’ın izlediğim ilk filmi Persona var. Sanırım ilk izlemek için kötü bir film Bergman’ın sinemasından ama bir şeyler beni çekmişti ve tekrar Bergman’ın başka bir filmini izlemem gerektiğine dair bir hisse kapılmıştım. Kolay bir film olduğunu söyleyemem. Seyirci için çoğu zaman akışı zorlayıcı, yoğun bir anlam katmanına gömülmüş, karakterlerinin yer yer daha da bulanıklaşmasıyla parça parça, adım adım ilerleyen bir film. Buna karşın sabırlı ve inatçı olunduğunda da kendisinden çok fazla şey bize aktarabilen bir film. Bu filmin sahnelerine Kötülüğün Portresi’nin 3. bölümünde çok fazla yer verdim. Daha önceki film önerilerinde ama doğaçlama olan film önerilerinde zaten bu filmi önerdiğim olmuştu. Ama bu sefer böyle derli toplu bir listenin içerisinde de bu filme yer vermek istedim. Hatta ikinci Bergman filmi olarak yer vermek istedim. Çünkü buradan da aslında bir kitaba bağlayacağım.Ama öncesinde birazcık filmden bahsetmek istiyorum size.

Yedinci Mühür

Yedinci Mühür ölümün karşısında insanın çaresizliğini, ölümün zamansızlığını anlatan bir başyapıt. Filmde baş karakter ölümle bir satranç oyununa tutuşur. Eğer kendisi kazanırsa o zaman yaşamda birazcık daha kalabilecektir. Eğer kaybederse o zaman ölüm onu kendi yanına alacaktır. Hikaye ara ara bu oyunun sahneleriyle geçerken diğer yanda da çok daha başka konulara ama bu ölüm kavramını daha da anlamlı kılabilecek konulara değinir. Aslında bu oyun anlaşması bana Zweig’ın Satranç kitabını daha doğrusu Satranç kitabındaki kötü karakteri anımsattığı için Kötülüğün Portresi bölümünde bir bağlantı kurmak istemiştim. Bu belki de tamamen alakasız bir bağlantı da olabilir ama benim için daha anlamlı kılan bir şeydi, hem Satranç’ı, hem de Yedinci Mühür filmini.

Büyülü Fener (Kitap)

Buradan da başka bir kitaba geçmek istiyorum: Büyülü Fener. Bir yönetmenin yaşamını ve başyapıtlarını oluştururken nasıl bir süreçten geçtiğini, o başyapıtların arkasında nasıl olaylar, olgular olduğunu anlayabilmemiz için yazılmış bir otobiyografi diye düşünüyorum bu kitabı. Bergman sinemasını yakından tanımak isteyenler için de önemli bir rehber oluşturuyor bence. Büyülü Fener de bu listenin ek önerisi olarak yerini alıyor.

Kurtlarla Dans

Hem listelerde yer verdiğim hem de her fırsatta önerdiğim bir kitap var. Beni çok derinden etkilemiş bir kitap: Tatar Çölü. Hem anlatımı, hem anlattığı hikayenin kendi içerisindeki felsefi anlamları, derinlikleriyle beni büyüleyen bir kitap. O kitaba çok benzeyen bir filmi önermek istiyorum size: Kurtlarla Dans. Bu film çok ıssız bir yere tayin olan bir askerin oradaki yerli insanlarla karşılaşmasını ve tüm yaşamının değişmesini ele alıyor. Bu değişim karakterin tüm benliğini değiştirebilecek kadar güçlü bir değişim. Film, oldukça uzun yaklaşık 3 saat gibi bir süresi var. Akışı çok yavaş ama oyunculuklar çok iyi ve aynı zamanda her bir sahne de görsel olarak çok çok güzel şeyler vaadettiği için o 3 saat bir şekilde geçiyor. Listemizin bu filmi benim en biricik favorilerimden birini oluşturuyor. Deneysel bir film ve deneysel olmasından dolayı çok farklı. Sahneleri, anlatımı sanki René Magritte’in tablolarından çıkıp gelmiş gibi. Ve bu yüzdendir ki belki de her bir sahnesi de ayrı bir tablo olabilecek nitelikte. Sadece görsel anlatımıyla değil aynı zamanda diyaloglarıyla da şiirsellik barındıran bir film. Hikayede bir çiftin bir yıl sonra tekrar aynı mekanda karşılaşmaları ve bu doğrultuda inkar ve kanıtlar üzerinden giden bir iletişim kurma çabası ele alınıyor. Oldukça zeki bir şekilde kurgulanmış hikayesi, yer yer seyirciyi devam etmek konusunda zorlasa da, nihayetinde eğer devam ederseniz ve biraz durdurup sahnelerin güzelliğine odaklanırsanız bence çok güzel bir film sizi bekliyor demektir.

Barry Lyndon

Bir karakterin kırılma ve değişimlerle dolu yaşamını oldukça keyifli hatta kara mizah diyebileceğimiz bir şekilde anlatan bir hikayeyi barındırıyor Barry Lyndon. Aslında bu film İngiliz bir yazarın bir kitabından uyarlama. Geçmiş videolarda Karavandaki Kütüphane’lerde, Kötülüğün Portresi’nde sık sık eğer bir kitabın sinema uyarlaması varsa o sinema uyarlamasına dair kesitlere yer veriyoruz. Hatta bunula ilgili bir rehber videosu da hazırlamıştık: “Kitabını Okumak mı? Filmini İzlemek Mi?” Orada filmlerin ve kitapların arasında nasıl bir fark olabileceğine ve hangisine öncelik vermemiz gerektiğine dair bir rehber videosu oluşturmuştuk. Birçok aslında izlediğimiz sinema filminin bir kitap uyarlaması var. Kitapyurdu’nun bu konuda hazırladığı bir liste var. Şu ana kadar filmleri çekilmiş kitaplardan oluşan bir liste. Oldukça güzel bir liste. Ona bakmanızı öneririm. Aynı zamanda bizim rehber videomuz da hangisine öncelik verebileceğinize veya hangisinin nasıl bir anlam taşıdığına dair size yardımcı olabilir. Ve aynı zamanda bu film de keyifli yaklaşık yine 3 saat kadar bir süre geçirmenizi sağlayabilir.

Öldürme Hakkında Kısa Bir Film

Genç bir avukat, zorlu bir davada kendisini bir anda vicdani bir mücadelenin içerisinde bulur: Öldürme Hakkında Kısa Bir Film. Aslında bu film daha önceki listelerimizde önerdiğimiz Dekalog dizisinde yer alan bir film. Lakin orada yer alan versiyonu daha kısa, birçok sahnenin olmadığı bir versiyonu. Usta yönetmen Kieslowski’nin bir başka başyapıtı. Renkleriyle, sahneleriyle yine çok etkileyici bir film.

Listemiz böyleydi. Umarım listede yer alan filmler sizin için değerli, izleme-seyir deneyimleri yaşatabilir.

Bizi Instagram, Twitter, Twitch üzerinden takip edebilirsiniz.