Her şeye karşı yabancılaştığınızı düşünün. Dış dünyaya, hatta kendinize bile. Hiçbir şeyden his duyamayan bir insan gibi. Sanki kendisini uzaktan izleyen bir yabancı… Bu hissizlik evreninden sizi ne çıkartabilirdi?

Günlerden bir günde, kendi yaşadığınız çevredeki kimliğinize, kendinize ve yaşamınıza asla yakışmayacak, kabul edilmeyecek bir kötülük yaptığınızı düşünün. Mesela hırsızlık yaptığınızı!

“Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek hiçbir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.” diyor Stefan Zweig.

Olağanüstü bir gece, henüz kendini bulmayı başaramamış, kendi yaşamının kabuğuna çekilmiş rahat ve dertsiz bir şekilde yaşamını sürdüren bir burjuvanın tüm yaşamını değiştiren bir gecesini anlatıyor. Karakterimiz, sıradan bir pazar günün, at yarışına giderek değerlendiriyor ve burada bir çifte denk geliyor. Bu çiftimizdeki kadın varoluşuyla karakterimizin dikkatini çekiyor.

Maalesef karakterimiz kadını zihninde kurgularken başarılı olamıyor ama yine de kadına olan ilgisini değiştirmiyor.

Kitabın kalan kısmında bu olayın peşi sırada karakterimizin yaşamını değiştirecek olaylar aktarılıyor. Karakterimiz hissizlik evreninden kurtulup tekrar hissetmeye başlıyor. Kötücül ve tutkulu hisleri olan gerçek bir insana dönüştüğünü fark ediyor. Gecenin sonunda bu hisleri onu gece dünyasının en dibine sürüklüyor. Bu sürüklenişin sonucu ise bir ruhani uyanış oluyor.

Olağanüstü Bir Gece’yi okumanın sizin için ruhani bir uyanış kaynağı olabileceğini vaat edemem. Yine de bu uzun öyküyü okumak sizin keyifli bir okuma saati geçirmenizi sağlayabileceğini de es geçmem gerekir.