Çatısı paslanmış, bacası yarı yarıya yıkılmış, etrafındaki boş arazinin otlar tarafından kaplandığı son derece çirkin ve bakımsız bir hastane yer alır taşra kasabasında.
Hastanenin bir ek binası vardır ve bu binanın durumu harabe denilecek kadar feci durumdadır. Binanın içerisinde paçavraya dönmüş hasta elbiseleri, varlığını inkar edecek duruma gelmiş yataklar ve döşekler bulunur. Tüm bunlar etrafa o kadar kötü bir koku yayar ki, akıllı bir insan birkaç dakikadan fazla tahammül edemez bu kokuya.
Bu hastanenin Nikita adında bir bekçisi vardır. Bu adam özünde iyi, saf biri olmasına rağmen aklı kıt biridir ve hastaların üzerindeki otoritenin yalnızca nereye vuracağı belli olmayan yumruklarla sağlanabileceğini düşünür. Evet, bu hastanenin hastaları da vardır. Eğer biraz cesaretli olup, hastanenin binasından içeri girebilirseniz kolaylıkla altınca koğuşa ulaşabilir ve bir oda içerisinde yere vidalanmış yatakları, o yatakların üstünde yatan hastaları görebilirsiniz.
Bunlar akıl hastalarıdır.
Beş kişiden oluşur altıncı koğuş ekibi. Her birinin orada olmasının bir nedeni, bir hikayesi vardır. Hepsinden ayrı ayrı bahsetmeyeceğiz ama aralarından biri bizim için son derece önemli bir karakter ve onun hakkında bir şeyler söylememiz gerekiyor.
İvan Dmitriç, yaşamının bir çoğunu zenginlik ve refah içerisinde geçirirken yaşadığı bir takım ailevi olaylardan dolayı bir an da yoksulluk içerisine düşmüş ve bu yüzden üniversiteyi yarıda bırakıp çalışmak zorunda kalmış. Eskiden kitaplara son derece ilgili, okuyan, düşünen bir bireyken yaşamın onu sürüklediği konum karşısında bu ilgisini kaybetmiştir. Daha kötüsü bu yeni hayatının ağırlığını kaldıramayarak üzerinde bir baskı hissediyor, her an birileri tarafından gözetlendiğini düşünüyor ve kasabada işlenen cinayetlerden – kendisinin hiçbir alakası olmasa bile – sorumlu olduğunu düşünüyordu. Bu korkunç düşünceleri zaman içerisinde öyle ciddi bir boyut aldı ki artık evinden dışarı çıkmayıp, insanlarla konuşmamaya başlamıştı ve bu sürecin sonunda İvan Dmitriç, kendini altıncı koğuş da buldu.
Hastane de İvan Dmitriç gibi ilginç bir karakter daha vardı ama kendisi bir hasta değil, doktordu. Andrey Yefimiç’den bahsediyorum. Kendisi hayatının ilk döneminde bir din adamı olmayı planlarken ailesinin yönlendirmesi ile doktor olmuştur. Hiçbir zaman bundan tam anlamıyla mutluluk duymamıştır. Gerek kendi hayatında, gerekse iş hayatında oldukça rafine bir kişiliktir. Ander Yefimiç, hastalarını apar topar muayene eder, çabucak eve gitmenin yolunu arardı. Evinde kitaplarının başına oturur bolca okur ve düşünürdü.
“Eğer ölüm herkes için olağan ve meşru bir sondan ibaretse insanların ölmelerine engel olmak niye? Bir tüccarın ya da memurun fazladan beş, on yıl yaşamasının kime ne faydası var? Tıbbın gayesini, ilaçların acıları hafifletmesi olarak görürseniz kaçınılmaz olarak ortaya şu soru çıkar: Acıları hafifletmenin amacı nedir? İlk olarak, acıların insanı kusursuzluğa götürdüğü söylenir. İkinci olarak ise, eğer insanoğlu acılarını haplarla ve damlalarla hafifleteceğini öğrenirse, bugüne kadar onları hem her türlü kötülükten koruyan hem de onlara mutluluk bahşeden dini ve felsefeyi tümüyle terk edebilir.”
(Altıncı Koğuş, Anton Çehov, İş Bankası Kültür Yayınları, Çev: Yulva Muhurcişi, sayfa 17)
Bu okuma süreçleri o kadar ileriye gitmişti ki Andrey Yefimiç, yalnızlık duymaya başlamıştı, entelektüel bir yalnızlık. Kasabada neredeyse konuşabileceği hiç kimse yoktu. Doktorun sohbet etmekten tek sıkılmadığı kişi ara sıra ziyaretine gelen ve aynı zamanda kasabanın postane müdürü olan Mihail Averyanıç idi. Bu ikili entelektüel sohbetler ediyor, birçok konu hakkında tartışıyorlardı ama doktorumuz için bu sohbetler tam anlamıyla tatmin edici değildi. Doktorumuz kısaca kasabada konuşabilecek bir akıllı arıyordu.
Günlerin birinde son derece ilginç bir şey olur. Doktorumuz Andrey Yefimiç daha önce hiç girmediği ek binaya girer ve burada bir ses duyar kendisine karşı aşırı sinirli ve haşin olan bir ses. İvan Dmitriç’in sesini.
“- Doktor gelmiş! Sonunda geldi! Tebrik ederim baylar, doktor ziyaretiyle bizi şereflendirdi! Lanet sürüngen seni! Öldürmek gerek bu sürüngeni! Hayır, öldürmek yetmez! Pislik çukurunda boğmalı!Doktor bu duruma bu sözcüklere rağmen sakin kalır ve durumu anlamak için şöyle cevap verir:
– Neden?”
(Altıncı Koğuş, Anton Çehov, İş Bankası Kültür Yayınları, Çev: Yulva Muhurcişi, sayfa 29)
Bu ikili tam o anda sohbete tutuşurlar ve doktor fark eder ki aslında kasabanın en akıllısı karşısında durmaktadır çünkü bu genç kendisine çok güzel sorular sormakta ve güzel cevaplar vermektedir. Ardından İvan Dmitriç, doktorun bir casus olmadığını anladıktan sonra ikili sohbet ederler ve bunu her gün çok uzun dakikalar, saatler boyunca yapmaya başlarlar. Sohbetlerinde bir çok entelektüel konulardan konuşurlar hatta birinde İvan Dmitriç, doktoru hiçbir zaman acı çekmemiş olmamakla, her zaman rahat ve lüks yaşam yaşamış olmakla bu yüzden kendisi gibi yitik, yoksul insanlara tepeden bakmış olmakla suçlar. Doktorumuz ise bu suçlamaları savunurken: Acının çok önemli olmadığını, asıl önemli olan şeylerin başka şeyler olduğunu söyler.
“- Gerçeklikle hiçbir bağınız yok. Hiçbir zaman acı çekmemişsiniz, yalnızca bir ayyaş gibi başkalarının acılarıyla beslenmişsiniz. Ben ise doğduğum günden bugüne kadar hep acı çektim. Bu yüzden açıkça şunu söyleyebilirim ki, kendimi sizden üstün ve bütün ilişkilerde daha yetkin görüyorum. Siz bana akıl veremezsiniz.
– Asla size kendi inancımı aşılamak gibi bir iddiam yok. Dostum, mesele bu değil. Mesele sizin acı çekmiş olmanız ve benim çekmemiş olmam değil. Acılar ve sevinçler gelip geçicidir. Bunları bir kenara bırakalım, boş verin gitsin. Mesele bizim düşünebiliyor olmamız, birbirimizi düşünmeye ve tartışmaya yetkin insanlar olarak görmemiz. Görüşlerimiz her ne kadar farklı olsa da bu durum bizi hemfikir kılıyor. Ah dostum, bu evrensel delilikten, yeteneksizlikten, ahmaklıktan nasıl bıktığımı, sizinle her seferinde ne büyük bir keyifle sohbet ettiğimi bir bilseniz! Zeki bir insansınız ve ben bunun keyfini çıkarıyorum.”
(Altıncı Koğuş, Anton Çehov, İş Bankası Kültür Yayınları, Çev: Yulva Muhurcişi, sayfa 42, 43)
Zaman içerisinde bir delinin ve bir akıllının sohbeti dışarıdaki diğer insanlar tarafından garipsenir ve hoş karşılanmaz çünkü doktor artık neredeyse her gün ek binaya gitmiş ve İvan Dmitriç ile sohbet etmeye başlamıştır. Hikayenin en ilginç anlarıysa bu olaydan sonra olmaya başlar.
Bu hikayenin sayılı sayfaları biz okurlara o kadar güzel şeyler sunar ki, bittiğinde tadı damağımızda kalır. Devam etmesini isteriz ama yazan Çehov’dur, hikaye kısacıktır.
Kitabı okumayanlardan bir tahmin de bir yorumda bulunmalarını istiyorum.
Sizce biri deli biri akıllı olan bu iki adamın oldukça fazlalaşan sohbetlerine rahatsız gözlerle bakan kişiler, neye sebebiyet vermiş olabilir?
Yorumlarınızı bekliyoruz.